27 Temmuz 2009 Pazartesi

Kemal Doğan / Sol Gösterip Soros’ cu Vuranlar !

27-07-09
Solun Sosyal Demokrasinin tanımını burada yapmanın bir anlamı olmadığını biliyorum. Ama CHP’nin sol yada Sosyal Demokrat olmadığını bilmeyen yoktur sanırım. Bunu fırsat bilen kendilerini sosyal demokrat diyen Şimdiki SHP Genel Başkanı Hüseyin Ergün de Mahir Çayan nezdinde Devrimcilere dil uzatmaktan geriye kalmıyorur. Bu vb bir çok hareket aynı durumda Sol adına Devrimcilere sadaşmak tan geriye kalmıyorlar, hatta kirletmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Aslında bu yazıyı sizlerle paylaşmamın sebebi değerli Ahmet NESİN’in” taraf gazetesi partileşmeye mi gidiyor” adlı yazısında geniş çaplı ele alışından kaynaklı hem o yazıyı sizlerle paylaşarak hem de kısada olsa fikirlerimi sizlerle paylaşmak istedim.

“Dün Neşe Düzel’in Zülfü Dicleli’yle yaptığı söyleşiyi okurken birden aklıma böyle birfikir geldi, Taraf Gazetesi Türkiye’de kendi çapında bir sol parti oluşturma çabası içinde olabilir mi? Neşe Düzel’in yaptığı söyleşilerden aklıma geldi bu düşünce. Söyleşi yaptıklarının ortak özellikleri var, en azından hepsi dünyadaki ve Türkiye’deki değişimi çok iyi kavramışlar, bu değişimleri anlamayan sola ve sosyalistlere ders veriyorlar… Çok ilginçtir, bu dersi verenlerin hemen hemen hepsi de eski Türkiye İşçi Partili yada Türkiye Komünist Partili… Şimdiki SHP Genel Başkanı Hüseyin Ergün, eski TKP Genel Sekreteri Nabi Yağcı ve son olarak da eski TKP yöneticisi Zülfü Dicleli… Gazeteyi yönetenler ve yazanların bir kısmı Soros’un “Açık Toplum” örgütünde yöneticilik yapanlar, söyleşi yapılanların bir kısmı yine öyle…

Eski Türkiye İşçi Partili Hüseyin Ergün ve Türkiye Komünist Partili Zülfü Dicleli Yeni Demokrasi Hareketi’nin kurucuları ve yöneticileri… İkisinin de söyledikleri bişey var ki sonuna kadar katılıyorum: “Bize göre CHP sol bir parti değildir.” Evet bana göre de CHP sol bir parti değildir, sosyal demokrat parti olamamıştır, ama her şeye karşın az da olsa tabanında sosyal demokratlar vardır. Bence Erdal İnönü ve Altan Öymen’in başkanlıkları zamanında denemeye çalıştılar, ama tıkandılar… Ancak bunu söylemek için soldan ne anladığımızı, kendimizi ne kadar solcu olarak gördüğümüzü açık olarak ortaya koymak zorundayız… Bunu ortaya koymak için de Yeni Demokrasi Hareketi’nin ne olduğunu bilmemiz gerekiyor…

Yeni Demokrasi Hareketi 22 Aralık 1994 yılında işadamı Cem Boyner tarafından kuruluyor. Yukarıdaki iki isim dışında Asaf Savaş Akat, Cengiz Çandar, Can Paker, Etyen Mahçupyan, Kemal Anadol, Mehmet Altan ve Kemal Derviş ar. Hedefleri açık toplum, çoğulculuk, serbest piyasa ve özgürlük. Ne büyük bir benzerlik değil mi Soros’un Açık Toplum hedefi bu partinin de hedefi durumunda… Açık Toplum Vakfı’nın bugüne kadar yönetim kurullarında kimler bulunmuş:

2001-2002: Nebahat Akkoç, Şahin Alpay, Üstün Ergüder, Murat Belge, Osman Kavala, Ömer Madra, Nadire Mater, Oğuz Özerden, Can Paker.

2002-2003: Nebahat Akkoç, Şahin Alpay, Özlem Dalkıran, Üstün Ergüder, Murat Belge, Osman Kavala, Ömer Madra, Nadire Mater, Oğuz Özerden, Can Paker (Başkan), Salim Uslu.

2003-2004: Nebahat Akkoç, Özlem Dalkıran, Neşe Düzel, Ahmet İnsel, Eser Karakaş, Osman Kavala, Oğuz Özerden, Can Paker (Başkan), Salim Uslu.

2004-2005: Sabih Ataç, Neşe Düzel, Hasan Ersel, Ahmet İnsel, Eser Karakaş, Osman Kavala, Oğuz Özerden, Can Paker (Başkan), Ayşe Soysal.

2005-2006: Sabih Ataç, Ümit Boyner, Eyüp Can, Hasan Ersel, Osman Kavala, Oğuz Özerden, Can Paker (Başkan), Ayşe Soysal, Murat Sungar.

2006-2007: Suay Aksoy, Sabih Ataç, Ümit Boyner, Eyüp Can, Hasan Ersel, Ümit Kardaş, Can Paker (Başkan), Murat Sungar, Nurhan Yentürk.

2007-2008: Suay Aksoy, Ümit Boyner, Eyüp Can, Zülfü Dicleli, Melih Fereli, Memduh Hacıoğlu, Ümit Kardaş, Can Paker (Başkan), Murat Sungar.

Ne ilginç isimler değil mi, mesela Ayşe Soysal yeni YÖK Yönetim Kurulu’na seçildi, listedeki gazeteci yazarların çoğu AKP taraftarı gazetelerin en önemli yazarları konumundalar… YDH’nin kurucusu ve ilk başkanı da son üç yılın yönetiminde. Parti kurucusu Can Paker burada yangında ilk kurtarılacak demirbaş mal gibi başkan. Can Paker bunun yanında bir de TESEV’in başkanı, Hüseyin Ergün de TESEV’in kurucularından, Etyan Mahçupyan da görevli yada çalışanı. Can Paker TESEV için Soros’tan 2 milyon dolar aldığını kendi açıklamıştı geçtiğimiz yıllarda…

Yeni Demokrasi Hareketi 1995 seçimlerinde 133,889 kadar bir oy alıyor, kadar değil, o kadar alıyor. 1996 yılında Cem Boyner istifa ediyor ve yerine Hüseyin Ergün getiriliyor… Daha sonra da parti kapatılıyor. Cem Boyner gibi bir sanayici başkanlığında, Soros gibi bir Amerikalı spekülatörün görüşleri ve parasıyla bir parti kuracaksın, orada ve diğer kuruluşlarında yönetici olacaksın, TÜSİAD kurulundan Can Paker başkanın olacak, Türkiye’nin en sağcı ve dinci Hak-İş Genel Başkanı Salim Uslu’yla aynı yönetimde bulunacaksın, sonra da “Türkiye solu dünyadaki ve Türkiye’deki değişime ayak uyduramadı, CHP de sol parti değildir…” diyeceksin. Bence mahsuru yok, insanda utanma olmazsa, solu anlamanın sanayicilerle işbirliği yapıp, daha güzel nasıl sömürüleceğine çözüm bulmaksa lütfen önden buyurun, yolunuz açık olsun. Yeni partiniz de hayırlı olsun, SHP’nin açılımı Soros Halk Partisi de olabilir, onun yerine başka parti de kurabilirsiniz, ama sol olduğunuzu neyim iddia etmeyin, kendi kendinize ayıp edersiniz… En azından “Engin Ardıç bu Hüseyin Ergün’ü çok yazmaya başladı, bu işin içinde bir iş var…” diye düşünürdüm ben olsam… Bu iyiliği de kimseye yapmam ha… Zaten daha yeni başladık, Dicleli’nin yazılarını en az 2-3 gün kurcalamak gerekir gibime geliyor. Bende sabır çok…”

Türkiye Devrimci Hareketinde Deniz’ler , Mahir’ler ve Kaypakkaya’lar bağımsızlık uğruna canlarını veren devrimcilerden bir kaçıdır. Sosyal Demokrasi adına bunları kirletmeye çalışanları birazda olsa anlarız ama bunu Sosyalist olduklarını iddia ederek, hem Amerikan emperyalizmine karşı bayrak açmadan hem de Soros’dan medet umarak bağımsızlık şairini elden bırakmayan devrimci değerleri kirletemezsiniz. Bu konuyu daha derin analiz etmek gerekir CHP, DSP,SHP, YDH1,10ARALIKH ve kendilerine sosyal demokrat diyen irili ufaklı bir çok akımın Sol olmadığını bizler iyi biliyoruz, birde sosyalist olduklarını iddia eden fakat buna göre hareket etmeyen bir çok akım, (parti) her ne kadar Leninist parti modeline uygun olmasalar da, hatta çok uzak olsalar da ve örgütlenme biçimini buna uygun yürütmeseler de kendilerinin sosyalist olduklarını söylüyorlar.

Solun, Sosyalist mücadelenin bu vb akımlardan kurtularak,işçi sınıfı ile sosyalist hareketi bir bütün olarak ele alan ve buna uygun hareket eden örgütlenmeyi ciddiye alan bir yapıya ihtiyacı vardır. Söylemin ötesinde pratikte tutarlı bir hareketle sol kendini yapılandırmaladır.

16 Temmuz 2009 Perşembe

Kemal Doğan / Güler Zere Derhal Serbest Bırakılmalıdır !

16 Temmuz 09

Ciddi sağlık sorunları yaşayan , Erol Zavar gibi, Güler Zere’de Ölümün eşiğinde. 14 yıldır cezaevinde tutulan Güler Zere kanser hastası olmasına rağmen, gerekli önlemlerin alınmadığı ve ölüme bilerek sürüklendiği ortadadır. İki kez ameliyat olmasına rağmen bu onun iyi olmasına yetmedi. Adana Tabip Odası, Çukurova Üniversitesi Hastanesi, Adana Adli Tıp Enstitüsü Güler Zere'nin sağlık koşullarını değerlendirerek tahliye edilmesi gerektiğine dair rapor verdiler. Raporda GÜLER ZERE'NİN SAĞLIK KOŞULLARININ HAPİSHANEDE KALMAYA ELVERİŞLE OLMADIĞI, HAPİSHANEDE KALMASININ HAYATİ TEHLİKE YARATTIĞI, DERHAL TAHLİYE EDİLMESİ gerektiğine dair raporlara rağmen Elbistan infaz savcısı tahliye kararını vermedi.

Bir çok yerde Güler Zere için eylemlikler düzenlenirken, "Tecrit Öldürüyor Güler Zere Serbest Bırakılsın" yazan bir pankart ve Güler Zere'nin resimlerinin taşındığı eylemde TAYAD Yönetim Kurulu üyesi ve çok değer verdiğim ve onunla zaman geçirmekten , onu dinlemekten mutluluk duyduğum Mehmet Güvel bir açıklama yaptı. Adana'da Balca lı Hastanesi önünde oturma eylemi yapan TAYAD'lılara ve Güler Zere'nin ailesine saldırıldığını hatırlatan Güvel; "Bedeli ne olursa olsun Güler Zere serbest bırakılana kadar mücadelemizi sürdüreceğiz"dedi.

Bu politikalarla Devrimcileri yıldırma ve yok etme planları , bizleri daha çok mücadeleye sarılmamız gerektiğini öğretti. Devrimcileri bu yola yıldıramayacaklarını Tıpkı Burdur da bir kolunu kaybeden Veli Saçılık'ın Her fırsatta" Diğer Kolumda feda olsun Mücadeleye" dediği gibi. Tıpkı ölüm oruçlarında yaşamak ve yaşatmak için bedenlerini ölüm orucuna yatıranlar gibi.. vs vs….

Daha önce de Erol Zavar ile ilgili konuyu sizlerle paylaşmıştım. “Sincan F Tipi cezaevinde Tecrit koşullarında tutulan EROL ZAVAR Ölümle yaşam arasında mücadele veriyor. Zonguldak'ta 1967'de dünyaya gelen Erol Zavar evli ve iki çocuk babasıdır.Pek çok rahatsızlığı olan Erol Zavar ilk kez 1999 yılında mesane kanseri tanısı konur ve ameliyat olmuştur.

Doktorlar sitresli ortamlardan kaçınmasını ve aynı zamanda üç ayda bir siskopasi yaptırmasını önemle söylemiştir. F Tipi Hücre koşullarında bir sürü sağlık sorunları yaşamasına rağmen hala daha o şartlar altında yaşamaya maruz bırakılıyor, Doktorların sürekli gözlem altında tutularak tedavisinin sürdürülmesi gerektiğini söylemelerine rağmen onlar hala daha o kuşular da tutuyorlar.Sistemin ne kadar aciz kaldığını Ciddi sağlık sorunları yaşayan bir Devrimciden bile çekindiğin ide görüyoruz , halbuki devrimciler bu şekilde teslim alınamıyacağını her seferinde gösteriyorlar..

Erol Zavar cezaevinde o şartlar altında bile Devrimci Direngenliğini sergiliyerek o koşullarda bile kitap yazabilmiştir, Bizleri Devrimcileri bu şekilde teslim alamassınız...
NOT : Herkesi Erol Zavar 'a Özgürlük imza kampanyasına destek olmaya çağırıyorum.! www.freezavar.org”

Güler Zere’nin sağlığı gün geçtikçe kötüye gidiyor, ölümün kucağına ittiriliyor, bugünün sorumluluğu ve görevi Güler Zere ye sahip çıkmak ve onun sesini tüm insanlara ve insanlığa duyurmaktır.” BU BİR ACİL HAYAT ÇAĞRISIDIR KAYITSIZ KALMAYIN GÜLER ZERE SERBEST BIRAKILSIN” Kampanyasına destek olmak için http://www.gulerzere.net/ adresinde imza kampanyasına destek olalım, Güler Zere Yalnız değildir.

13 Temmuz 2009 Pazartesi

Çayanistlerin Taraf’a Bir Yanıtı Var!


15 Haziran’da Taraf Gazetesi’nde yayımlanan SHP genel başkanı Hüseyin Ergün’ün röportajı Taraf’ın uzun süreden beri yayın politikasının vazgeçilmezleri arasında yer edinen solun tarihini kirletme ve sol ideolojiyi bulanıklaştırma yöneliminin örneklerinden biri oldu. Bu örnekteki isim veya Neşe Düzel’in aynı köşesindeki röportajında “sol, darbeye hoşgörülü yaklaşıyor” gibi tespitleriyle yer alan liberal putatapan Nabi Yağcı gibi “bezgin” solcuların ayrıca bir eleştirisi de elzem gözükmekle beraber, bu yazıda daha geniş bir resmi görmeye çalışacağız. Bu yüzden vereceğimiz cevap bu röportajların sahibi birkaç tatlı su gezginine değil, egemenler içinde dönemsel bir ivme yakalayıp tahtın yanına çömelen bir liberal kast ve onun çirkef politikasınadır.

Üzerinde durmamız gereken ikinci bir nokta, yazımızda vurgulayacağımız solun tarihi ve simgelerine dair duyarlılığımızın ruhlarını çoktan pazara çıkarmış gazete köşecilerine atfen olmadığı ama politik bir hedefi güttüğüdür. Taraf Gazetesi’nin var edildiği günden bugüne yeni bir sol, sol olmayan bir sol yaratma çabası, sosyalist solun toplum içinde edindiği sempatiyi yok etme, solun ideolojik ve politik bir alternatif haline gelmesinin önüne geçme hedefiyle bütünleşmiştir. Taraf Gazetesi yazarları Türkiye sol hareketi için bir milat çizgisi çizme, demokrasi ve özgürlükler cephesinin sol eğilimli kitleler için tekil ideolojik merkezi haline gelme ve gelecek solun peygamberleri olma gibi hedefleri uğruna solun değerlerine insafsız bir bombardımanın kurmayları olmayı seçmişlerdir. Taraf Gazetesi’nin halkın ortak algısında olağanlaştırmaya çalıştığı çarpık sol imgesi yalnızca bir avuç liberal tayfanın değil kapitalizmin ideolojik krizinde tahtlarına daha da sıkı yapışan geniş bir iktidar bloğunun ortak çıkarıdır.


Birikim Dergisi’nin 80lerin sonundan itibaren Türkiye sosyalist hareketine sunma iddiasında olduğu postmodenizm, milliyetçilik ve diğer uluslar arası tartışma gündemleri, liberal sol düşüncenin de düzenin organik aydınlarının da demlendiği ve ulus ötesi cevherlerin farkına varmaya başladıkları bir döneme rastlar. Türkiye’de Marksist temeldeki tartışmaları geliştirmeyi hedefleyen Birikim yazarları, solun belini doğrultamamasının temel sebeplerinden birini solun sıkıştığı ideolojik eksiklikler olarak tespit etmiş ve yol göstericiliğe soyunmuşlardır. Fakat Birikimin yarattığı, solculuğun sadece entelektüel-akademik bir uğraş haline geldiği, pratik özveriden yoksun bir sol algısı Birikim’i hızla liberalleşen ve solun saflarını da dağıtacak bir unsur haline getirmiştir.


Birikim’in Türkiye soluna getirdiği ideolojik yenilenmenin ötesinde Türkiye tarihine damgasını vuracak olan şey emperyalist sermayenin de çıkarlarına hizmet edecek ve demokrasi, özgürlük gibi solun temel değerlerini soldan yalıtarak ve yeniden yorumlayarak sistemin ihtiyaçları uğruna kurban edecek bir devşirmeler sınıfını cisimleştirmesidir. Mahir Çayan’ın devrimci hareketin devrimci teoriyle bağına ilişkin görüşleri ve kendi zamanının laf ebelerine verdiği cevap bugünün devrimcileri için de bir kılavuz niteliğindedir: “Biz Marksizmi entelektüel gevezelik ve dünya devrimci hareketinin trafik polisliğini yapmak için okuyup öğrenmiyoruz. Biz dünyayı değiştirmek için, dünyanın Türkiye’sinde devrim yapmak için Marksizmi öğreniyoruz!”
Bugün Taraf Gazetesi liberal solcuların belli ki bu gazeteden haylice önceye dayanan bir arayışına cevap olmuştur. Liberal solcular Ilımlı İslam ve neoliberalizmin dönemsel ihtiyaçları doğrultusunda ve AKP’yi iktidara götüren akıntıya kapılarak tarihlerinde pek de rastlanmadığı ölçüde kitlelere ulaşma potansiyeline kavuşmuştur. Liberal solcuların “Taraflaşması” onların iktidara karşı ezilen kitlelerin davasını yüklenmiş bir unsur olarak değil, iktidarın gölgesine sığınarak gerçekleşmiştir. Taraf yazarları muhalefet yapma güçlerinin ve hatta var olmalarının kaynaklarının bu iktidar olduğunu bilmektedir. Türkiye tarihinde eşine az rastlanır çıkışlarla kurucu ideolojiyi karşısına alabilen Taraf yazarlarının bu özgüveni onların Türkiye’nin politik ikliminin değişmekte olduğuna dair güçlü kanısından gelmektedir.


Liberal sol’un Türkiye’de AKP iktidarıyla kurduğu ittifak yalnızca Türkiye’nin değil Dünya’nın da politik yönelimlerindeki yeni stratejilere ayak uydurma fırsatçılığıyla açıklanabilir. Liberal Sol, Soros’un Sovyet hegemonyasından çıkan bölgelerdeki kadife devrimlerinin şakşakçısı olduğu gibi Ahmet İnsel ve Murat Belge gibi kanaat önderlerinin Açık Toplum Enstitülerinin Türkiye’deki danışmanlarından olduğu bilinmektedir. Ulus ötesi STKcılığın Türkiye ayaklarını kuran liberal sol, Emperyalizmin Orta Doğu’daki şiddetini meşrulaştırdığı Özgürlük ve Demokrasi’nin eş anlamlılarıyla kendi siyasetinin harcını karmıştır. Emperyalizmin ve işbirlikçisi AKP’nin ezilen, yoksul halklar üzerine uyguladığı şiddeti gören ve kabullenen liberaller, devrimcilerin ve halkın sömürülen haklarını geri kazanmak için kullandıkları şiddeti eleştirmektedir.


Liberallerin bugünkü konumu ilk bakışta bu ideolojiye zıt görülebilecek bir güce tapınma ve güç iştahının ürünüdür.
Taraf Gazetesi toplumun yeni iktidarıyla tanışmasına paralel yeni tartışmalarla tanışmasına da eşlik etmiştir. Kürt sorununun edindiği liberal eğilimleri sayfalarında ön plana taşıyan, kültürel dayanışma ortaklıklarını ön plana çıkarmakla beraber sorunun çözümüne dair AKP’nin Kürt politikasının ötesine geçemeyen bir tutum, Taraf’ın düzen bekçiliğinden kovulmadan, toplumun demokrat ilerici eğilimli unsurlarının bilincinde bulanıklık yaratmak için kullandığı stratejidir. Aynı strateji İslami hareket, demokrasi, AB ve elbette sol tartışmalarında da kendini belli etmektedir. Bu stratejinin sola yansıması ise diğer başlıklardan daha farklı bir karakterdedir. Çünkü geçtiğimiz yirmi yılın faşizan, gerici medya odaklarının sol üzerine yaptığı tartışmaların daha yoğun bir biçimde ama benzer yöntemlerle (karalama) Taraf’ın sayfalarında tekrarlandığı görülmektedir.
Peki nedir solu bu kadar tartışılmaya ve eleştirilmeye değer kılan? Bu sorunun cevabı solun yaşadığı tüm politik-pratik yenilgilere rağmen savunduklarının haklılığının ve doğruluğunun tarihin akışı içerisinde tekrar ve tekrar ortaya çıkacağına duyulan korkudur. Bu sorunun cevabı tüm baskılara ve ölümlere rağmen solun tarihin sayfalarında sürekli galip çıkmasını bilen özü ve bu özden beslenen “Biz Halkız” diyebilmenin özgüvenidir.


Taraf bugün, toplumun ezilen ve sola yönelen kesimlerinin taleplerinin düzen içi bir özgürlük ve demokrasi safsatasında kıstırılmasına yarıyor. Taraf bugün ceberut devlete karşı sivil toplumculuğu savunarak, cemaatleşme, tarikatlaşmanın ideolojik zeminini hazırlıyor ve gerici toplumsal dönüşümün araçlarını (türban vs.) bu sivil toplum hareketlerinin bağımsız motifleri olarak sunuyor. Taraf bugün Kürt hareketini kültürel bir talepler listesinden ibaret göstererek, Kürt politik hareketinin Kürt halkını özgürleştirici etkisini ve Kürt halkının iktidara isyanını görmezden geliyor. Taraf’ın bu başlıklar üzerinden aslında sol düşüncenin temellerine yaptığı saldırılar, onu sol düşüncenin olmadığı bir ülke hayaline kapılıp, saldırının dozunu iyice abarttığı örnekleri ortaya çıkarıyor. Nitekim, Ogün Samast’ın ideolojik önderi olmaktan, cuntacılığa, milliyetçiliğe, demokrasi düşmanlığına kadar liberallerin sola yapıştırmadığı etiket kalmadı.
Kemal Derviş’li, Cem Boyner’li, Mehmet Altan’lı, Cengiz Çandar’lı Yeni Demokrasi Hareketi’nde aradığını bulamayan Hüseyin Ergün’ün Taraf’ta yayımlanan röportajı da bu örneklerden sadece birisi. Röportajda geçen bazı noktalar üzerinde durup yazımızı bitireceğiz. Ergün der ki, Mahir Çayan önderliğindeki örgütün MİT’le yakın ilişkileri vardır. Oysa THKP-C nin önder kadrolarının Kızıldere’de katledilişinden, Ulaş Bardakçı ve Hüseyin Cevahir’in öldürülmesine kadar tüm operasyonlarda MİT’çi Hiram Abas ve Mehmet Eymür iş başındaydı. Bununla birlikte, ordu içerisindeki gizli belgelere ulaşan, Fethullah efendi Amerika’dan bize karşı bir plan hazırlığı içerisindeler diye aylar öncesinden yakınırken imdadına belgelerle yetişen Taraf, devlet içi ve ötesi bir istihbarat bülteni gibi çalışmaktadır.


Ergün röportajda “Türkiye’de emperyalist bir güç yok” diye buyurur. Mahir Çayan yıllar öncesinden bugünün ve geleceğin dev-gençlilerine bıraktığı teorik-politik mirasında şöyle yazacaktı: “Emperyalizm Türkiye’de içsel bir olgudur.” Obama’nın Kahire’den İslam Dünyası’na seslenişinden feyiz alıp coğrafyamızda Ilımlı dost arayışına düşen liberallerin, yeni sömürgeciliğin Türkiye halkları üzerinde yarattığı tahribatı örtmeye çalışıp “emperyalizm yoktur” gibi buluşlarla çıkagelmeleri ve Marksist "birikimleriyle" buna inanmaları şaşırtıcı değil.
Neşe Düzel’in röportajının başlığı ise Taraf Gazetesi’nin yalnızca bir cahillikten muzdarip değil, aynı zamanda güdümlü işbirlikçiler olduklarının kanıtıdır: “Darbelerde solun rolü fecidir.” Ergün röportajında solu orduyla birlikte iktidara gelmeye çalışmakla suçluyor. Solun ideolojik, politik temellerini Kemalizm içinde konumlandırmak için her türlü iftiraya başvuran liberaller, Türkiye solunun 12 Mart sonrasında hem solun teorik metinlerinden hem de eylemlerinden okunabilecek, en keskin ifadesini İbrahim Kaypakkaya ile bulan Kemalizme ilişkin tavrını sırf maddi güçlerine dayanarak ahlaksızca örtbas etmektedir. Mahir Çayan, Kesintisiz Devrimde “Artık Türk ordusu, oligarşinin halkımıza karşı yürüttüğü baskı politikasının açık ve doğrudan bir aleti olmuştur.” diyerek dün de bugün de liberal kargaların gürültülerine pabuç bırakmamıştır.
Onlar yaşananları kitaplarından, hafızalarından atmaya çalışsa da bu halk kendi etinde bir damga gibi taşıdığı Kızıldere’yi unutmayacak. 12 Mart’ın karanlığında devrimin tohumları atarak, zindanları delerek, darbeye boyun eğmeyeceklerini halkın saflarında oligarşinin yüzüne haykıran Mahir Çayan ve yoldaşları eylemleriyle yadsınamaz bir haklılığı tarihe işlemiştir. Bunu kirletmeye kimsenin gücü yetmez. Türkiye solunun sahiplendiği tarihsel değerler ve güncel politika hedefleri tuzu kuru birkaç AKP işbirlikçisinin yalanlarıyla örtbas edilemez, hedefinden saptırılamaz. Biz bugün de bir ağacın yeşilinden hiç zevk alamayanlara karşı eşitliğin, yurtseverliğin, anti-emperyalizmin ve aydınlanmacılığın tarafındayız, biz bugün de dev-gençliyiz.


Siz ON`larımızKızılderenin kan çiçekleriBeyaz bir tek gül açmadı Niksar`da düştüğünüzden beriPek yeşil değildi kuşatıldığınız köy ama yemyeşil olmuştuAsker elbisesinden, tanktan, askeri araçtanYeşildir ya hani hepsinin rengi bu saydıklarımınAma hiçbir insanBir ağacın yeşilinden aldığı zevki alamaz onlardanTek tek sayacağım isminizi usanmadanVe hiçbir işten onur duymayacağımSizin isimleriniz kadar duyduğum onurdan Hüdai Arıkan, Ömer Ayna, Cihan Alptekin, Saffet Alp, Ahmet Atasoy, Sinan Kazım Özüdoğru, Nihat Yılmaz, Sabahattin Kurt, Ertan Saruhan, Mahir Çayan!


http://www.devrimcigenclik.org/include/yazigoster_guncel.php?no=1970

12 Temmuz 2009 Pazar

TARİHİ BİR BELGE GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR....


TARİHİ BİR BELGE; "DİE SANDJAK EPİSODE" İLK KEZ GÜN YÜZÜNE ÇIKACAK...

TARİHİ BİR BELGE GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR...

TARİHİ BİR BELGE GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR...


Mihrac Ural

10 temmuz 2009


1978 Mart ayı sonlarında İstanbul emniyeti hücrelerinde birlikte işkence altındaydık. Sağmalcılarda birlikte zindan yattık. On yıllar sonra, her birimiz diğerinden binlerce km uzaklıktabulduk. Bilim adamı, sayın Nadir Nadi Çelik'ten söz ediyorum. Bu belgeyi gün yüzüne çıkaran, özverilerin kuşağı olan bizim kuşaktan, sessiz sitemsiz emekleriyle, halkı için görevlerini yapan bir toplum bilimciden söz ediyorum.Belgeyi ilk kez yayınlama onurunu bana sunan bu aziz insan bilgi birikimlerimize yaptığı katkı kadar tarihle yüzleşmemize de önemli bir katkı sunmuş oldu.

Ona halkım adına minettarım.Belgeyi, Frankfurt'taki yaşam temposundan feragat ederek Almancadan Türkçeye çeviren, öğretim üyesi Özcan Yoldaş'a şükran borcumu ödeyemem.Bu belge, vukuatın tarih tanıklığını yapmış bir inanç yolcusunun, olayları abartısız, gördüğü gibi dünden bu güne 8 sayfalık anısıyla taşımasıdır. 1919-1946 dönemeni içeren bu anı belge, üzerinde çok durulan ermeni soykırımına farklı bir boyut ve zaman kesitinden bakıyor. Bununla kalmıyor Hatay davasında halkın tutum ve davranışlarını, iradesini ve eğilimlerini, Arapları, Ermenileri, Kürtleri hatta Kemalist Türklerin hangi aklıselimle zulme, baskıya, zorbalığa, faşizanlığa karşı omuz omuza duruşlarını dile getiriyor.Bu begle Osmanlı aklının cumhuriyetin de yakasını bırakmadığını gösteriyor. Her farklılığa "katli vaciptir" diyen bu akıl insanlığı ve ürettiği değerleri, zaman aşımı, çağdaş algılar, kamuoyu gibi hiç bir etki altında kalmadan, pervasızca işlediği faşizanlığı gösteriyor.Bu belge tarihle cesurca yüzleşmemiz için hepimize gerekli bir belgedir....

9 Temmuz 2009 Perşembe

GAZİANTEP ALEVİ KÜLTÜR DERNEĞİ YÖNETİMİ AKPak mı?


*Bu topraklarda yaşayan ve bu coğrafyanın sahipleri olan aleviler yavuz
selimden bu yana egemen güçlerce yüzyıllardır baskı zulüm ve katliamlarla
yok edilmeye çalışılmış,yakılmış kesilmişlerdir.köyleri yerleşim alanları
yokedilmiş sürgünlere yollanmıştır. Osmanlı bu toprağın öz sahipleri IŞIK
İNSANLARI nı hiç sevmemiş onları ötelemiş itmiş ve olmaz türlü işkenceler
yapmıştır .ki aslında bizans da aynısını yapmıştı bu aydın toplumu yoketmeye
çalıştıysada doğru olan kazanmış ve bizans baskısına rağmen kızılbaşlar
öğretilerini korumuş ve de osmanlıya kurulurken destek vermiştir .*


*Aleviler, Osmanlı İmparatorluğu'nun talancılığı, ağır vergileri, zulmü ve
adaletsizliği karşısında da sessiz kalmadılar. Şeyh Bedreddin'den Pir
Sultan'a, Şah Kulu'dan Nur Ali Halife'ye, Şeyh Celal'e, Baba Zünnun'a,
Kalender Çelebi Ayaklanmaları'na kadar, onlarca kez ayaklanmışlardır. Yavuz
Sultan Selimler, Kanuni Sultan Süleymanlar, III. Muratlar, Aleviliğe zulmün
padişahlarıdır. Osmanlı Devleti nezdinde Aleviler hep başıbozuk, bozguncu
olmuştur. "Kızılbaş, dinsiz" denilerek "katli vacip" görülmüşlerdir.
Yüzbinlerce Alevi katledilmiştir isyanlarda. Ama yine de Aleviler teslim
alınamamıştır. İmam Hüseyin gibi, biat etmemişlerdir egemene. "İşte kement
işte boynum asarsan, dönen dönsün ben dönmezem yolumdan" diyen nice Pir
Sultanlar çıkartmıştır. İşte Aleviliğin özü budur. Haksızlığa karşı sessiz
kalmamaktır. Zulmün karşısında boyun eğmemektir. Direnmektir, doğru
bildiğini savunmaktır. Aleviler de böyle yapmıştır. Egemenlerin inançlarına,
yasalarına, kurallarına uymamışlardır. Kendi inanç, gelenek, göreneklerine
göre, kendi yaşam biçimlerini, hukuklarını yaratmışlardır. *


*cumhuriyet ise bu mazlum ama bilge aydınlık ve tarihini kan ile yazan
topluma biraz olsun nefes aldırsa da derin ilişkilerle örülü Osmanlı
geleneği süren devlet içindeki derin örgütlerin türlü entrikalar
katliam ve inkarları farklı seyir izlemiştir. Evet kızılbaşlar cumhuriyete
sımsıkı sarılmış cumhuriyeti ve Atatürk,ü baş köşeye koyup yücelik
vermişlerdir .cumhuryet egemenlerinin ise bu mazlum topluma reva
gördükleri maraşta anne karnında bebeleri öldürme,çorumda boğazlamak
Sivas,ta yakmak gazide kurşunlamaktı. ve tüm bunlar günlerce,
saatlerce sürerken cumhuriyet in aydınlık ve fikir tarafı olmuş bu toplum
imdat isterken yanlarına gelen askeri,polisi jandarması çorumda
maraşta sivasta yukarıdan aldıkları belli olan emirlerle
katliamları seyretmedimi?*


*tüm bu baskılar ve katliamlara karşı Alevi toplumunun yanında olan Devrimci
demokrat insan hakları savunucuları ve sosyalistler her türlü saldırılarda
Alevilerin yanında yeralmış bunu görev bilmiş. kısaca üzerine düşeni
yapmış ve eminimki yap mayada devam edecektir.*


* *


*Alevileri devlete yamamaya çalışan bezirganlar, devlet ağzıyla "terörist"
diye saldırıyorlar devrimcilere. Her koşulda zulme ve baskıya karşı Alevi
halkın yanında olan devrimciler değilmiş gibi, Alevi halka, «kendinizi,
teröristlere kullandırmayın», «çocuklarınıza sahip çıkın» diye devlet
ağzıyla öğütler vermekteler. Alevileri yıllardır katleden, inkar eden,
asimilasyon politikaları uygulayan, seçimlerden seçimlere oylarını almak
için aldatan, kullanmaya çalışan, inançlarını, kültürlerini aşağılayan,
Maraşlar'ı, Sivaslar'ı, Gaziler'i yaratan bu devlet değilmiş gibi,
kendilerini devlete kanıtlamaya çalışıyorlar. Alevilerin Devrimcilerle
bağlarının olmadığını, kendilerinin ne kadar "barışçı!" olduğunu
kanıtlayarak, devletin zulmünden kurtulmak gibi zavallı ve boş hesaplar
yapıyorlar. ***


*bir Osmanlı geleneği olan böl ve yok et politikası Alevilerin demokrat
güçlerle aralarının açılmasını güçlü bir muhalefet yapma yeteneğini
kaybetmesini istemektedir.AKP nin son kandırma taktiği alevi açılımı ve
çalıştay buna çok güzel örnektir.okullardaki ders kitaplarına konulmaya
çalışılan sözde Alevilikle ilgili bilgilerde dahi Sünnileşme alttan alta
işlenmiştir. Aleviler asimile edilirken aynı zamanda da
doğruları gösteren devrimci ve demokratlardan uzak tutulmaya çalışılıyor.*


*sosyalistler,devrimci demokrat güçler insan hakları savunucuları
kurumlarıyla beraber Gaziantepte Alevi bektaşi derneği ile yıllardır ortak
etkinlikler eylemlilikler düzenlemiştir kısa zaman önce yönetime gelen bu
yöneticiler ise alaşılan bu duruma tahammül edememiş olsa geek ki muhalefet
yaparak kongreye gitmiş ve yönetime geldikleri andan itibaren de her türlü
gerici politikalara başlamışlardır. ilk iş olarak Gaziantepteki kurumlarla
diyaloğu kestiler ardından 2 temmuz öncesi İ.H.D gibi uluslararası bir
kurumun 2 temmuzda ortak etkinlik teklifini - 2 TEMMUZA SİVASA GİDİYORUZ
GELDİĞİMİZ HAFTA SONU DA ANMAYI KENDİMİZ YAPACAĞIZ SİZ İSTERSENİZ KATILIN
-şeklinde reddettiler. salon isteğinede ARTIK KURUMLARA SALON VERMEYECEĞİZ.
diyede dahada tepeden baktılar. *


*2 temmuzda bazı devrimci grupların C.H.P ile ortak yürümeme isteği sonucu
il merkezindeki eyleme katılmaması ile oluşan farklı bir platform da 2
temmuzu Alevi halkın yoğun olduğu Düztepe de yürüyüş ve basın açıklaması
ile anmak istedi yürüyüş cemevine 1 kilometre kadar uzaktan Düztepenin kalbi
sayılan titiz cd den başlayacak meşalelerle yürünerek cemevi önünde basın
açıklaması yapılacaktı.platform İ.H.D dende desteğini istedi.*


* 1 temmuzda ve 1 günlük çalışmayla oluşan bu demokratik anma proğramına
tereddütsüz desteğimizi vereceğimizi belirtip yönetim kurulu ve
aktivistlerimizle orada olup destek verdik.güvenlik güçleri de platform
sözcüsüyle görüşüp nereye yürünüp ne olacağını sorduktan sorda geri çekilip
izledi bu demokratik eylemi.ki bizde orada idik olumsuz bir durumda bizde
müdahale ederdik. hiç sorun yaşanmadan önce kısa müzik dinletisi ardından
yürüyüş başladı tam cemevi önüne gelindiki demir sürgülü kapı hızlı hızlı
kapatıldı .platform zaten içeri girmeyecekti ama cemevi bahçesin dekileride
dışarı çıkarmadılar. dernek yöneticisi BEKTAŞ KAYA (genel merkez de
aranarak görüşü alındığı iddaada ediliyor) sivas dönüşü yoldan antepteki
diğer yönetici ARKIN BEREKET,i arayıp -KAPILARI KAPATIN **POLİSEDE SÖYLEYİN
ONLAR BİZDEN DEĞİL**.diyor doğrudur aslında yukarıdaki tarihsel anlatımda
alevilik öğretisine bakarsanız bu lafı kullanan bizden değildir .*


*CEMEVİNE SİYASET SOKUYORLAR .diyor cemevinin dedesi İSMAİL DEDE .ama
kendisinin son cem sonrası cem dağılırken topluma-HAFTAYA CEMİ MİZE BELEDİYE
BAŞKANI GELECEK** TEMİZ GİYİNİN ÇOCUKLARINIZI GETRİRMEYİN **diyor.*


*1 cem,e belediye bşk gelmesi siyaset değilmi*


*2 cem,e çocuk getirmeyin diyorsun senmi belirleyeceksin kimin gelip
gelmeyeceğini. *


*3 kapıları kapatmaya senin ne hakkın var oradakilerin çoğu senin üyen ve
düztepede oturan Alevi halkı sen kime nereyi kapatıyorsun.*


*4 polise bizden değil demekle neyi kasteddin.sivası yakanları lanetleyen
halka bizden değil derken sen kimden oluyorsun ? AKPak duru bir su
değilsiniz.oldukça bulanıksınız ama biz ne olduğunuzu neye hizmet ettiğinizi
az çok görüyoruz*


*


5 Pazar günkü yaptığınız anma proğramına neden yıllardır sizinle yürüyen
demokratk kurumları da davet etmediniz.belediye başkanı ve vali yi çağırarak
protokol yapıyorsunuz da kurumları neden çağırmadınız ?
*


**


*bu derneğin yeni yönetimi iş başına geldiği günden bu yana demokratik
kurumlara karşı iteleme tarzı yol izlemektedir. oysaki yıllardır aleviler
deyince akla gelen ilk şey demokrasi mücadelesi dir .ancak şimdi ne olduda
demokrasi mücadelesi verenlere sırtınızı dönmeye çalışıyorsunuz.yoksa AKP
nin açılım aldatmacası sizleridemi etkiledi.bu ülkeye onurluca direnen
bedel ödeyen devrimciler demokratlar aydınlar yetiştirdiniz bu insanlar
demoratik bir ülke ve alevi toplumunun özgürce yaşaması için canlarını
verdiler kapkara bir ampülü olan partinin sahte ışığı için değil.*


* ***


*Önce açıktan katliam yaparken yeni yöntemleri sanırım aydınlanmanın AKP
ampülünde devam etmesi.demokratik muhalefet yerine verilen kırıntılar ve
yalan yanlış ders kitapları vaatleri ile .demokrasi güçleriyle bağı
koparmak.yeni yöntem bu görünüyorki inanın yakmalardan katliamlardan daha da
kötüsüdür bu .*


*katliamlar ölümler bizlere biz olmayı bir olmayı unutturmaz diri
kalırız. PİR SULTAN ÇOK ÖLDÜ ÇOK DİRİLDİ*


*ama bizleri bölerlerse ne bizlik kalır nede direngenlik .işte istedikleri
bu.*


* yüzyıllardır yenemedikleri kurutamadıkları bu toplumu asıl gücünü aldığı
ve gücünü verdiği demokratik kurumlardan uzak tutmak.cemevini ibadet yapılan
yer diye camiye çevirmek isteniyor.oysa cemevi aydınlanmanın ülkemizdeki
önemli yerlerinden biridir bir kültür yuvasıdır .gençler semahı bağlamayı
deyişleri burada öğrenir geçmişlerini burada yaptıkları panellerle
forumlarla anmalarla burada hatırlar .mücadele etmeyi burada
öğrenirler,şimdi burayı cami gibi yapmaya kalkmak sadece ibadet yeridir
demek kendi benliğimize hakarettir .*


*tüm bu olumsuzluklarla ilgili yönetimin öncelikle ALEVİ TOPLUMUNDAN DÜZTEPE
HALKINDAN VE TÜM DEMOKRATİK KAMOYUNDAN ÖZÜR DİLEMESİ gerekmektedir. aksi
takdirde tarih önünde sorumlu tutulacaklardır.ve bu keyfiyetin böyle sürüp
gideceğini düşünüyorlarsada aldanırlar.dernek üyeleri,düztepe halkı, 2
temmuz akşamı cemevi önünde yaşananları gördü ve gereğini
yapacaktır.demokratik kamoyuda halkın bu ışık insanlarının
yanındadır.KIZILBAŞLAR KİME BOYUN EĞDİKİ BÖYLE BİR YÖNETİME EĞSİN.*


* *


*BİZ gericiliğin her türlü yöntemine karşı mücadele edeceğiz.Alevi toplumu
yalnız değildir ve yalnız bırakılmayacaktır.*


* *


*FARUK EROĞLU *


* İ.H.D myk üyesi*


*İ.H.D gaziantep yöneticisi.*

6 Temmuz 2009 Pazartesi

Ahmet NESİN / ÖNCÜ AYDININ NE OLDUĞUNU AZİZ NESİN ÖĞRETTİ BİZE?

Ne garip bir duygu insanın babasının ölüm yıldönümlerini yaşaması, çok değişik bir an. Şu an yaşıyormuş gibi bir hisse kapılıyorsun, ama aynı anda beynin sana hükmediyor ve zaten öldüğünü söylüyor… Gerçeği bilmene karşın “Babam birazdan ölecek…” gibi saçma bir düşünce yerleşiyor beynine… O yüzden 14 yıldır 1-2 tanesi hariç bütün ölüm yıldönümlerini hemen hemen hep yalnız geçiririm… Birilerinin yanında olursam ona verdiğim AĞLAMAMA sözünü tutamam gibi geliyor… Oysa 14 yıldır tutuyorum bu sözümü, ne kadar zor bir bilseniz.

Sanırım Aziz Nesin’in öyküleri, romanları, oyunları, şiirleri ve gezi kitaplarından öğrendiklerimiz dışında öğrendiğimiz ve şu anda eksikliğini hissettiğimiz bişey var, “Öncü aydın…” kimliği yada kişiliği… Türkiye’de olanlara, ülkenin gündemine hakim olabilmek ve diğer aydınlarla birlikte tavır almak için öncülük yapmak. Hatta kimileyin gündemi de belirleyebilmek…
En önemli kurum sanırım Türkiye Yazarlar Sendikasıydı. “Üye sayısı en az, ama kitle olarak en kalabalık sendikayız.” demişti. Bunu dediğinde sanırım sendikanın 200 üyesi ya vardı yada yoktu. Ama bu kadar yazarın okur kitlesini hesapladığımızda çok ciddi bir iletişim ve etkileşim ağı çıkıyor ortaya… TYS önemli bir sivil toplum örgütüydü, bugünkü toplumsal olaylarda sesini duymamak ne acı…

12 Eylül günleri geldi aklıma, yurtdışındaydın. Kalp krizi geçirmiş ve yoğun bakıma alınmıştın, biran önce buraya gelmek istiyordun da oradaki doktorlar izin vermemişlerdi. Hemen ertesinde İstanbul Baro Başkanı ve Barış Derneği yönetim kurulu üyesi Orhan Apaydın ve ailesi evde gözaltına alınmışlardı… Nedenini hâlâ çözemedim, ama Ataol Behramoğlu’nu benim evden soruşturmuştu polis. Kapıyı açtığımda ya beni yada seni almaya geldiler sanmıştım. Ataol sanırım karşıya taşınmıştı o günlerde, ben de ters istikamete taşındığını söyledim. Sonra onu da aldılar içeri. Ondan sonra da Türkiye Yazarlar Sendikası İkinci Başkanı yada Genel Sekreteri Demirtaş Ceyhun’u… Bir de İtalya’dan tatile gelen ve arama sırasında Nesin Vakf’ında olan büyük ağabeyim Ateş’i… Yıllarca pasaport vermediler Ateş’e ve yaşamıyla oynadılar bir anlamda…

Hergün ikişer kere Apaydınları, Demirtaş Ağabeyin eşi Günöz Ablayı ve Ataol’un o zamanki eşi Ludmila’yı arıyordum. Bişeylere gereksinimleri olup olmadığını soruyordum. Ne yapabileceksem tek başıma onlar için. Sanırım iki nedeni vardı aramamım, hem onlara moral vermeye çalışıyordum, hem de kendime moral veriyordum. Çünkü onlardan daha önemli –tabii o dönemde benim için- örgüt arkadaşlarım vardı devamlı alınan, onların ailelerini aramam olanaksızdı. Bir de üstüne üstlük sıkıyönetim muhabiri olduğumdan davalarında onları izliyor, ama selam veremiyordum.

İşte bu telefonlar sırasında Demirtaş Ceyhun benim birdenbire ikinci babam oldu. Yada 12 Eylül babam. Ozan Ceyhun yurt dışına çıkmış, Demirtaş Ceyhun da gözaltında. En büyük çabam babama haber ulaştırmak ve Demirtaş Ağabey çıkmadan Türkiye’ye dönmesini geciktirmek. Beni ne kadar dinlerdi ya, ama ben yapmaya çalıştım… Zaten havaalanına da Demirtaş Ceyhun’la beraber gittim.

Günöz Ablayı hemen aramıştım Demirtaş Ağabey içeri alınınca. Tanışıyoruz, ama hiç telefonda konuşmamışız. Ahmet olduğumu söyledim, benimle öyle ilginç konuştu ki, sanki ben yurt dışındaydım. Sevecen, ama hep bişeyleri gizleyen bir konuşma. Gerçi 2-3 dakika sonra konuşmamız normale dönüştü, ama bu benim kafamda soru olarak kaldı.

Aradan bikaç ay geçti, üçümüz biyerde içiyoruz, sanırım onların evinde, o zaman anlattı bana Günöz Abla neden öyle konuştuğunu. Ozan Almanya’ya giderken aralarında bir anlaşma yapmışlar, Ozan onları Almanya’dan Ahmet diye arayacak. Demirtaş Ağabey alınır alınmaz ben Ahmet diye arayınca oğlu Ozan sanmış Günöz Abla, tam açık konuşmamasının nedeni ondan… Ozan’ın Almanya’daki durumu normalleşene kadar devamlı aradım yıllarca Günöz Abla’yı, sesimiz de benziyormuş telefonda… Onlar da beni hep 12 Eylül sonrası manevi çocukları gibi sevdi. 2 gün önce yoğun bakıma almışlar Demirtaş Ağabeyi, umarım çabuk toparlar…

İşte bu insanlar 12 Eylül faşizmi sonrası çok önemli, şeyler yaptılar. Yazdıkları bildirilerde bugünlerin geleceği yazılıydı. Aydınlar Dilekçesi’ni aynen kopyalasanız ve bugün imzaya açsanız bişey değişmediğini, hatta daha da beter olduğunu görürsünüz. O yüzden “Aydınlanma Konferansı”nın yapılmasını istedi Aziz Nesin. Dincilerin nasıl geldiklerini çok açık görüyordu. Ömrü yetmedi, ama daha sonra Ankara’da yapıldı bu konferans…

İşte öncü aydın kimliği sanırım burada ortaya çıkıyor. Bugün oturup düşünüyorum, Aydınlar Dilekçesi’ni imzalayanlar, Kürt Konferansı’na destek verenler, Emek dilekçesi, YÖK’e karşı BİLAR AŞ’yi destekleyenler neredeler… Ne yazık ki Aydınlar Dilekçesi’ni bırakın imzalayanları, yazanlardan bir kısmı AKP’yi destekliyor, türban dilekçesine imza veriyor. Aziz Nesin öldüğünden beri ne değişti peki… Çok şey değişti, dini açıdan Türkiye daha tehlikeli bir noktaya geldi.

İşte burada Aziz Nesin’in öncü aydın kimliği ve kişiliğinin önemi çıkıyor ortaya… Ne yazık ki o dönemde Aziz Nesin ve bikaç arkadaşının yanında birleşen aydınlar, şimdi Gülen ve Soros etrafında birleşmiş durumdalar. Ordunun darbe yapma olasılığının önünü kesmenin en kolay yolu aydınların alacağı tavırdır, dincilere karşı da tavır alarak, aydın dincilerle beraber orduya tavır almaz. Darbe intikamı “Kana kan intikam” mantığıyla değil demokrat aydın tavrıyla, hem dincilerden, hem de askerlerden uzak durarak alınır. Anti militarist tavır asker düşmanlığıyla eşanlamlı hale geldi şimdi…

Bugünün öncü aydın kimliğini ABD’li bir zengin belirliyor, demokrasiyi kendi kurduğu sivil toplum örgütüyle belirlemek istiyor. Bastırıyor parayı, radyosunu da kuruyor, panel paralarını da yağmalıyor, solumsularla dinci sendika başkanını da aynı Sivil Toplum Örgütüne sokuyor, gazeteleri de var, işin içinde TÜSİAD da var, üniversiteler de var. Kürt konferansı, Kadın Hakları, Çocuk Hakları, Ermeni Sorunu bu Soros denilen herifin parasıyla beslediği yönetim kurullarının elinde. Aziz Nesin öldükten sonra öncü Türk aydınını da Soros-Gülen ikilisi belirliyor… Sonrada Türkiye’de şeriat yasaları yok, biz aramıza bir de AB’yi katıp demokrasiyi getireceğiz diyorlar. Sizin başka işiniz neyim yok mu len…

Aziz Nesin’le beraber sanırım öncü Türk aydını da öldü, babamın ölümüne gayet doğal olarak çok üzülüyorum, ama diğeri daha çok yakıyor beni…