29 Ekim 2009 Perşembe

V.İ . Lenin

BİZE GEREKLİ OLAN NASIL BİR ÖRGÜTTÜR?

Bütün söylenenlerden, okur, "plan-olarak-taktikler"imizin, hemen saldırıya geçmeye çağrıyı reddettiğini; "düşman kalesinin etkin bir biçimde kuşatılmasını" istediğini; ya da bir başka deyişle, bütün güçlerin kalıcı bir ordunun toplanmasına, örgütlenmesine ve seferber edilmesine yöneltilmesini istediğini görecektir.

Raboçeye Dyelo'yu ekonomizmden birdenbire saldırı çığğrtkanlığına ("Listok" Raboçego Dyela,[79] n° 6, Nisan 1901) atladığı için alaya aldığımiz zaman, bu gazete elbette bizi "doktriner" olmakla, devrimci görevimizi anlamamakla, ihtiyatlı olmayı öğütlemekle vb. suçladı. Biz bu suçlamaların, tamamen ilkelerden yoksun olanlardan ve bütün tartışmalardan derin bir "süreç-olarak-taktikler"den dem vurarak kaçanlardan gelmesine elbette hiç şaşırmadık; tıpkı bu suçlamaların, kalıcı programlara ve taktik ilkelere küçümseme ile bakan Nadejdin tarafından yinelenmesine de şaşmadıksa. Tarihin kendi kendini yinelemediği söylenir. Ama Nadejdin, tarihin kendini yinelemesi için her türlü çabayı harcıyor ve "devrimci eğitimi" suçlayarak, "tehlike çanlarının çalınması" ve özel bir "devrimin arifesi görüşü" [sayfa 209] vb. konusunda bağırıp çağırarak Çakov'u taklit ediyor. Besbelli ki, özgün tarihsel olay bir trajediyse onun kopyası bir komedi olacaktır, yolundaki ünlü sözü unutmuş[80] Çakov'un propagandasıyla hazırlanan ve gerçekten dehşet yaratan "dehşet yaratıcı" terör yoluyla gerçekleştirilen iktidari ele geçirme girişimi, görkemli bir şeydi, oysa bu küçük Çakov'un "kızıştırıcı" terörü sadece gülünçtür, özellikle bunu vasat insanlar örgütü düşüncesiyle desteklemeye kalktığı zaman. "Eğer İskra", diye yazıyor Nadejdin, "o kitabilik havasından bir kurtulsaydı, bunların [örneğin İskra n° 7'de yayınlanan bir işçinin mektubu, vb. gibi olayların] "saldırının" yakın, pek yakın olduğunu gösteren belirtiler olduğunu ve şu anda [aynen böyle!] Rusya çapında bir gazeteye bağlı bir örgütten sözetmenin masabaşı düşünceler ve masabaşı eylemler yaymak olduğunu görürdü.

"Ne akıl almaz bir karışıklık!" Bir yandan kızıştırıcı terör ve "ortalama insanlar örgütü" savunuluyor ve bu yapılırken "daha somut" bir şey çevresinde, örneğin yerel gazeteler çevresinde biraraya gelmenin "çok daha kolay" olduğu ileri sürülüyor; öte yandan, bütün Rusya için bir örgütten "şu anda" sözetmenin, masabaşı düşünceler yaymak olduğu iddia olunuyor, yani, daha açık söylemek gerekirse, "şu anda" artık çok geç kalındığı söyleniyor! Ama "Yerel gazetelerin geniş bir biçimde örgütlendirilmesi"nden ne haber — bunun için de artık çok geç değil mi sevgili L. Nadejdin? İskra'nın görüşünü ve taktik çizgisini bununla kıyaslayınız; kızıştırıcı terör saçmadır; bir ortalama insanlar örgütünden ve yerel gazetelerin yaygın bir biçimde yayınlanmasından sözetmek, ekonomizme kapıları ardına kadar açmak olur. Bütün Rusya'yı kapsayan tek bir devrimciler örgütünden sözetmeliyiz; ve kâğıt üzerinde değil de gerçek saldırı başlayıncaya dek bundan sözetmek için hiç bir zaman geç kalınmış olunmayacaktır. [sayfa 210] "Evet", diye devam ediyor Nadejdin, "örgütlenme konusunda durumumuz hiç de parlak değildir; evet, İskra, savaş güçlerimizin büyük kısmı gönüllülerden ve isyancılardan meydana gelmektedir derken tamamen haklıdır. ... Güçlerimizin durumunu soğukkanlılıkla doğru olarak değerlendirmemiz iyi bir şey. Ama, yığınların hiç de bizim malımız olmadığını ve bu yüzden de askeri harekâta ne zaman başlanacağını bizden sormayacaklarını, kendiliklerinden 'harekete geçeceklerini' unutmak niye. ...

Kalabalığın kendisi ilkel yıkıcı gücüyle harekete geçtiği zaman, saflarına hep son derece sistemli örgütlenmeyi sokmaya çalıştığımız, ama bir türlü başaramadığımız 'düzenli birlikler'in üstesinden gelip onları safdışı edebilir." (italikler bizim.) Şaşılası bir mantık! Asıl "yığınlar bizim malımız olmadığı" içindir ki ani bir "saldırı" konusunda çığırtkanlık etmenin gereği yoktur, bu saçma bir davranıştır; çünkü, saldırı, düzenli birliklerin hareketidir ve yığının kendiliğinden atılımı olamaz. Kalabalığın düzenli birliklerin üstesinden gelmesi ve onları safdışı etmesi mümkün olduğu içindir ki, sürekli birlikler arasında "son derece sistemli örgütlendirme" çalışmamızla kendiliğinden atılıma mutlaka "yetişmeliyiz", çünkü bu örgütlendirme işini ne kadar çok "başarırsak" düzenli birliklerin kalabalık tarafından safdışı edilmeyip ileriye doğru kalabalığın başında yürümesi şansları o ölçüde artar. Nadejdin yanılmaktadır, çünkü, sistemli örgütlenme sırasında, birliklerin onları yığınlardan tecrit eden bir şeyle uğraştığını sanmaktadır, oysa gerçekte birlikler, tamamıyla çok yönlü ve her şeyi kucaklayan siyasal ajitasyonla, yani yığınların ilkel yıkıcı gücüyle devrimciler örgütünün bilinçli yıkıcı gücünü birbirine yaklaştıran ve tek bir bütün halinde birleştiren bir çalışma içerisinde bulunmaktadırlar. Siz, baylar, kendi suçunuzu başkasına yükleme çabasındasınız. [sayfa 211] Çünkü programına terörü sokarak bir teröristler örgütünün kurulmasını isteyen, Svoboda grubunun kendisidir, ve böyle bir örgüt, ne yazık ki henüz bizim malımız olmayan ve ne yazık ki mücadeleye nerede ve nasıl girişeceklerini henüz bizden sormayan, ya da pek seyrek soran yığınlarla birliklerimizin daha sıkı bağlar kurmasını gerçekten önlerdi.


Ve Nadejdin, İskra'yı korkutmaya çalışarak, "Devrimin kendisinin de geldiğini göremeyeceğiz", diye yazıyor, "nasıl ki, bizi hazırlıksız yakalayan son olayların geldiğini görmedikse." Bu tümce, yukarıya aktarılan sözlerle birlikte ele alındığında, Svoboda'nın icat ettiği "devrimin arifesi görüşü"nün saçmalığını açıkça gösterir. [100*] Açıkça konduğunda, bu özel "görüş", tartışmak ve hazırlanmak için "artık" çok geç olduğu sonucunu vermektedir. "Kitabiliğin" çok değerli muhalifi, eğer durum buysa, "Teori [101*] ve Taktik Sorunları" üzerine 132 sayfalık bir broşür yazmanın ne değeri vardı? Onun yerine, içinde "Vurun Kafalarına!" özet çağrısının bulunduğu 132.000 bildiri yayınlamak "devrimin arifesi görüşüne" daha yakışır bir davraniş olmaz mıydı? İskra gibi ulus ölçüsünde bir siyasal ajitasyonu, [sayfa 212] programlarının, taktiklerinin ve örgütsel çalışmalarının temel taşı yapanlar, devrimin geldiğini önceden görememe tehlikesini en azına indirmiş olanlardır. Bugün Rusya'da bir uçtan bir uca Rusya çapındaki gazeteden yayılan bağlantılar ağı örmekle uğraşanlar, sadece, ilkyaz olaylarını önceden görmekle kalmadılar, üstelik bize, bu olayların geldiğini önceden haber verme olanağını sağladılar. Onlar, İskra, n° 13 ve 14'te anlatılan gösterileri[81] de önceden gördüler, ve bununla da yetinmeyip, kendiliğinden ayaklanan yığınların yardımına koşmanın ve, aynı zamanda, gazete aracılığıyla, Rusya'daki bütün yoldaşların gösteriler hakkında bilgi edinmelerini ve elde edilen deneyimden yararlanmalarını sağlamanın kendi görevleri olduğu bilinciyle, bu gösterilere katıldılar. Ve bu kimseler, eğer ömürleri yeterse, her şeyden önce ajitasyonda deneyim sahibi olmamızı, her protesto hareketini (sosyal-demokratik biçimde) destekleme yeteneğinde bulunmamızı ve aynı zamanda kendiliğinden hareketi dostların hatalarından ve düşmanların tuzaklarından koruyarak yönetmemizi gerektiren devrimin de geldiğini göreceklerdir.

Böylece ortak gazete için ortak çalışmayla kurulacak olan bütün Rusya için bir gazetenin çevresinde bir örgütlenme planı üzerinde direnerek durmamızın sonuncu nedenine gelmiş bulunuyoruz. Ancak böyle bir örgüttür ki, militan bir sosyal-demokrat esnekliği, yani mücadelenin en çeşitli ve hızlı değişen koşullarına hemen uyma yeteneğini, "bir yandan sayıca üstün olan ve güçlerini bir noktada toplamış bulunan bir düşmanla açık alanda savaştan kaçınırken, öte yandan düşmanın manevra yeteneksizliğinden yararlanarak en az beklediği yerde ve anda ona karşı saldırıya geçme" [102*] yeteneğini sağlayacaktır. [sayfa 213] Parti örgütünü kurarken sadece patlamalara ve sokak çatışmalarına, ya da "tekdüze günlük mücadelenin ilerleyişine" güvenmek büyük hata olur. Biz her zaman günlük çalışmamızı yapmalıyız ve her zaman her şeye hazır olmalıyız, çünkü çok kez patlama dönemleri ile durgun dönemlerin birbirinin yerini ne zaman alacağını önceden kestirmek hemen hemen olanaksızdır. Bu değişmeleri önceden görebildiğimiz hallerde de, bu öngörüden örgütümüzü yeniden kurmak için yararlanamayız; çünkü otokratik bir ülkede böyle değişiklikler şaşılacak bir hızla meydana gelir ve bazan bu değişiklikler, çarın yeniçerilerinin [103*] bir gecelik baskınıyla olur. Ve devrimin kendisi de (görünüşe göre Nadejdin'lerin sandığı gibi) tek bir hareket olarak değil, azçok güçlü patlamalar döneminin azçok mutlak durgunluktaki dönemlerinin dizi halinde birbirinin yerini alması olarak düşünülmelidir. Bundan ötürü, parti örgütümüzün eyleminin başlıca içeriği, bu eylemin yoğunlaşma noktası, en güçlü patlama döneminde olduğu gibi en durgun dönemde de mümkün ve mutlaka gerekli çalışma olmalıdır, yani Rusya'nın bir ucundan bir ucuna birbiriyle bağlantılı, yaşamın bütün yönlerini aydınlatan, ve yığınların olabildiğince geniş katları arasında yürütülen siyasal ajitasyon çalışması olmalıdır. Ama öyle bir çalışma, bugünün Rusya'sında, sık sık yayınlanan bütün Rusya için bir gazete olmadan düşünülemez. Bu [sayfa 214] gazete çevresinde kurulacak olan örgüt, buna katkıda bulunanların (sözcüğün geniş anlamıyla, yani gazete için çalışanların tümünün) örgütü, her şeye, devrim dalgasının "alçalış" dönemlerinde partinin onurunu, saygınlığını ve yürekliliğini korumaktan, ulus çapındaki silahlı ayaklanmayı hazırlamaya, zamanını saptamaya ve gerçekleştirmeye kadar her şeye hazır olacaktır. Rusya'da pek olağan bir durumu gözünüzün önüne getiriniz: bir ya da birkaç yörede yoldaşlarımızın tamamının polis tarafından toplanmasını. Bütün yerel örgütleri birleştiren tek bir ortak, düzenli eylem yokluğunda, bu gibi baskınlar, çok kez çalışmaların aylarca durması sonucunu vermektedir. Ama eğer bütün yerel örgütlerin ortak bir eylemi olsaydı, o zaman, çok önemli bir tutuklama halinde bile, iki-üç enerjik kişi birkaç hafta içinde ortak merkezle ve, bildiğimiz gibi, şimdi bile hızla yerden fışkıran yeni gençlik çevreleriyle bağ kurabilirdi. Ve arasıra tutuklamalarla darbelenen ortak eylem herkesçe bilindiğinde, yeni çevrelerin ortaya çıkıp merkezle bağlantı kurmaları daha da hızlı olurdu.

Öte yandan, gözünüzün önüne bir halk ayaklanmasını getirin. Bu konuda düşünmemiz ve buna hazırlanmamız gerektiği konusunda herhalde artık herkes görüş birliği içinde olacaktır. Ama nasıl? Merkez komitesi ayaklanmayı hazırlama amacıyla, elbette bütün yörelere ajanlar atayamaz. Bir merkez komitesine sahip bulunsaydık bile, Rusya'daki bugünkü koşullar altında bu komite bu gibi atamalarla kesinlikle hiç bir şey başaramazdı. Ama ortak gazetenin kurulması ve dağıtılması sırasında oluşacak ajanlar ağı, [104*] ayaklanma çağrısının yapılmasını [sayfa 215] "oturup beklemek" zorunda kalmaz, bir ayaklanma durumunda en yüksek başarı olasılığını güvence altına alacak düzenli eylemi yürütebilirdi. Böyle bir eylem, bir ayaklanma için çok önemli olan ve bizim çalışan yığınların en geniş katları ve otokrasiden hoşnutsuz olan bütün topiumsal katlarla olan bağlarımızı güçlendirirdi. Genel siyasal durumu doğru bir biçimde değerlendirme yeteneğini, ve bunun sonucu olarak da, bir ayaklanma için uygun anı seçme yeteneğini geliştirmeye hizmet edecek olan işte bu eylemdir. Bütün yerel örgütleri, Rusya'nın tamamını harekete geçiren aynı siyasal sorunlara, olaylara ve sonuçlara aynı anda tepki gösterme ve böyle "olaylara" olabildiğince güçlü, uyumlu ve uygun bir biçimde tepki gösterme bakımından eğitecek olan işte bu eylemlerdir; çünkü bir ayaklanma, özünde, tüm halkın hükümete karşı en güçlü, en uyumlu ve en uygun "yanıtı"dır. Son olarak, baştan başa tüm Rusya'daki bütün devrimci örgütleri birbirleriyle en sürekli, ve aynı zamanda da en gizli bağlara sahip olma bakımından eğitecek, böylelikle gerçek parti birliğini yaratacak olan işte bu eylemlerdir; çünkü böyle bağlar olmaksızın, ayaklanmanın planını kolektif olarak tartışmak ve ayaklanmanın arifesinde zorunlu hazırlık önlemlerini, en sıkı bir gizlilik içinde tutulması gereken önlemleri almak olanaksızdır.

Tek sözcükle, "bütün Rusya için bir siyasal gazete planı", (gereği kadar düşünmemiş olanların sandığı gibi) dogmacılığa ve kitabiliğe saplanmış masabaşı [sayfa 216] çalışması yürütenlerin emeğinin ürünü değildir, tam tersine, bu plan, günlük olağan çalışmayı bir an bile unutmadan ayaklanmaya hemen bütün yönlerden hazırlanabilmek için en pratik plandır. [sayfa 217]

18 Ekim 2009 Pazar

ADALILAR / Devrimci Kamuyouna ve Halklarımıza;


2002 yılında yeniden inşa şiarıyla sınıflar savaşında devrimci sosyalist mücadeleyi yükseltmek hedefiyle çıkış yapan ancak 2005 sonrası ortaya koyduğu hedeflerden legalizme ve pasifizme sapan Halk Kültür Merkezleri (EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ) örgütlenmesi, içte yaşanan kariyerist, stotükocu tarza engel olamamış,eleştiri özeleştiri ilkesini ihlal ederek genç kadrolarının devrimci ruhunu tasfiye etmeye çalışmışdır.


Çayan'ların ışığıyla aydınlanan yolumuzda sağ sapmaya geçit vermemek için ayrılık şart olmuştur.Devrimci pratigin ürünü olarak çıktığımız bu yol ezilen halkın bilincinin ve iradesinin yoludur. Ayrılığın ardından geliştirmeye çalıştığımız devrimci tarzı her seferinde yıpratmak için yoğun çaba sarf eden bu hareket, ortaya çıkan Marksist Leninist devrimci iradeyi kırmaya çalışarak basit ve asılsız iddalarla son müdahalesini 17 ekim gecesi yapmış, içinden geldikleri hareketin geliştirdiği devrimci kültür ve ahlakın son kırıntılarınıda bir devrimciye silah çekip ölümle tehtit ederek yok etmişlerdir. Yoldaşımıza saldıran kişilerin ikisi Gebze HKM çalışanları, bir diğeri ise Hareketin üst düzey merkezi yöneticisidir. Olaydan iki gün önce bölgede ki alan sorumlularıyla gezerken görülen bu şahıslar belirtilen tarihte yoldaşımıza saldırı gerçekleştirmeye çalışmış ancak mahalle halkının müdahalesine uğrayınca alandan kaçmak zorunda kalmışlardır.


Devrim için mücadeleyi devrimcilere madahale ile sınırlandıran hareket faşizme ve oligarşiye doğrultmaya cesaret edemediği silahını devrimcilere yönelterek geldikleri karşı devrimci pozisyonu belirginleştirmişlerdir. Dost düşman bilmelidir ki bizler için yoldaşlarımıza ve hareketimize kalkan her el düşmanın elidir ve devrimcilere uzanan düşman elini kırmamak devrime ihanettir. Ezilen halkların özgürleşeceği devrimin zaferi için yükselttiğimiz mücadelede halkın ve devrimcilerin hafızasını taşıyan ADALILAR devrim yolunda yapılan her türlü ihanetin ve karşı devrimci tutumun hesabını soracağına dair tüm devrim şehitleri adına and içme cürretine sahiptir. Devrimciye saldırı devrime ihanettir. Tek yol devrim tek yol devrimci yenilenme.


Yaşasın devrim ve sosyalizm.


YA ÖZGÜR VATAN YA ÖLÜM.

ADALILAR

18 EKİM 2009

7 Ekim 2009 Çarşamba

Kürt 'Açılımına' Dair Bildiri


Adıyla çağırmamak bir yalan söyleme yöntemidir...


Kürt sorunu seksen yıllık bir tabuydu. Şimdilerde tabu olmaktan çıkmakta ve konuşulmakta ama yapılan konuşmaların, söylenen sözlerin reel bir karşılığı olup olmadığı hala tartışmalı. Nitekim Temmuz ayının sonunda ‘Kürt açılımı denilene Ağustosun sonunda ‘demokratik açılım’ deniyordu, Eylül sonunda artık ‘huzur ve uzlaşı projesi’ deniyor... Eğer bir sorunu çözmek gibi samimi bir niyetiniz varsa, önce onu adıyla çağırmanız gerekir. Unutmamak gerekir ki, farklı biçimlerde ifade edilse de ‘açılım’ daha önce de gündeme gelmişti. Bir başbakan ‘Kürt realitesini tanıyoruz’ dedi, bir daha ağzına almadı, alamadı, bir başkası ‘AB’nin yolu Diyarbakır’dan geçiyor’ dedi o da bir daha ağzına almadı, alamadı... Zira söylediklerinin reel bir karşılığı yoktu. Neden olmadığı rejimin niteliğiyle ilgili tartışmayı angaje ediyor. Zira, Türkiye’de hükümet olmak hükmetmek anlamına gelmiyor.


Kürt sorunu ulusal bir sorundur. Ezilen ulusun kendi kaderini tayın etmesi sorunudur. Ezilen ulusun kendi kaderini tayın etmesi de, gönüllü birlikte yaşamayı da, ayrılmayı da içerir. Kürtlerin ne istediğinin netleşmesi, iradenin ortaya çıkması, sınırsız bir tartışma ortamının sağlanmasını, ifade [düşünce] özgürlüğünün önündeki tüm engellerin ortadan kaldırılmasını gerektirir. Bir sorunun nasıl çözüleceği, ne olduğundan bağımsız değildir. Kürt sorunu nedir? Kürt sorunu neden bir sorundur? Bu sorun günümüze kadar neden çözülmeden gelmiştir? Sorunu yaratan esas unsurlar nelerdir? Gibi temel sorular hiçbir zaman gündeme getirilmiyor, tartışma konusu yapılmıyor... Eğer orta yerdeki sorun, ulusal mahiyette bir sorunsa ki öyledir, onu demokratikleşme çerçevesinde çözmek mümkün değildir. Zira, demokratikleşmeyle Kürt sorununun çözümü arasındaki ilişkinin yönü demokratikleşmeden Kürt sorununa doğru değil, Kürt sorunundan demokratikleşmeye doğrudur. Başka türlü ifade etmek gerekirse, Kürt sorununun önceliği vardır. Bunun anlamı, ezilen bir halk olan Kürtlerin gasbedilmiş haklarının iadesi, demokratikleşme denilenin kapsadığı, kapsaması gerekenden başka/farklı şeyleri de içerir. Geçerli yaklaşım sorunun bireysel haklar temelinde çözüleceği şeklinde. Kürt sorununun çözümü doğrudan kolektif hakları içeriyor. Elbette kolektif haklarla bireysel haklar arasında bir çatışma söz konusu değildir.


Başbakan ve içişleri bakanı ne yapacaklarını değil, neyi yapmayacaklarını sayarak konuşmaya başlıyorlar... Cunta anayasasına dokunmadan seksen yıllık zihniyetle hesaplaşmadan sorunun çözüleceğine inanan var mı? Hala Kürtçe’nin bir dil olarak kabul edilmemesi demek, o dili konuşan halkın varlığının da inkâr edilmesi demektir. Böyle bir anlayışla sorun çözülebilir mi? Bu anlayışta ısrar devam ederse, Kürt çözümü, Türk çözümsüzlüğü olmaya devam edecektir. Kürt sorununun kaynağında, devletin inkâr, imha ve asimilasyon siyaseti vardır. Devlet Kürtlere doğal haklarını teslim ederek, bu politikadan, bu uygulamalardan geri adım atabilir. Kürtlerin ihtiyacı olan lütuf değil, haksızlığın giderilmesidir. Bunun da yolu doğrudan sorunun tarafı olanla, Kürtlerle, Kürt örgütleriyle, Kürtleri temsil eden kurum ve kişilerle görüşmekten geçiyor. Oysa hükümet Türk tarafıyla görüşmeyi yeğliyor...

Biz aşağıda imzası bulunanlar, her şeye rağmen ‘açılım’ denilenin olumlu bir gelişme olduğu düşüncesiyle, sorunun çözümüne dair görüşlerimizi kamuoyuyla paylaşmayı, etik ve entelektüel sorumluluğun bir gereği sayıyoruz:

Eğer sorun gerçekten çözülmek isteniyorsa,


1. Devlet öncelikle Kürt halkına yapılan tarihsel haksızlığı açıkça ifade etmeli, Kürt halkından özür dilemeli, özeleştiri yapmalı; seksen yıllık resmi ideoloji ve resmi tarihle hesaplaşmaya cesaret etmelidir;


2. Terör ve terörist söyleminden, ‘son terörist yok edilinceye kadar... dilinden uzaklaşılmalıdır;


3. ‘Biz kardeşiz’ ‘bin yıldır birlikte yaşıyoruz’, ‘din kardeşiyiz’ vb. söyleminin asıl amacı, Kürtlere doğal haklarını, insan olarak sahip oldukları haklarını, Kürt toplumu olmaktan doğan haklarını vermemenin, ya da olabildiğince asgari düzeyde tutmanın gerekçesi yapılmak isteniyor. Bu yaklaşım terk edilmelidir;

4. İfade özgürlüğünün önündeki tüm engeller ortadan kaldırılmalıdır.

5. Askeri operasyonlar durdurulmalıdır. PKK ateşkes ilan ettiğinde devlet ateşe devam ediyor. Böyle bir durumda PKK’ye silah bırak demenin bir kıymet-i harbiyesi olamaz;


6. Seksen yıllık dönemde ama asıl son 25 yılda öldürülen 40 bin insanın, yakılıp yıkılan 4 bin köyün, yerlerinden zorla sökülüp atılan 4 milyon insanın hesabı birilerinden sorulmalı, verilen zararlar ‘tazmin edilmeli’, koruculuk sistemine derhal son verilmelidir;


7. ‘Bir başka ulusu ezen ulus özgür olamaz’ ilkesinin bir gereği olarak, Kürtlerin özgürlüğünün Türklerin de özgürlüğü olduğu hiçbir zaman unutulmamalıdır;

8. Gerekli hale geldiğinde referandum seçeneği gündemde olmalıdır...
Unutulmaması gereken bir şey daha var: özgürlüğü için mücadele etmekte kararlı bir halkı yenmek mümkün değildir. Öyleyse işe sorulması gereken soruları gerektiği gibi sorarak, tartışılması gerekeni gerektiği gibi tartışarak, şeyleri adıyla çağırarak başlayabiliriz...
Saygılarımızla...

---------------------------------------------------------------------------------------------
İsmail Beşikçi, Fikret Başkaya, Mahmut Konuk, Sibel Özbudun, Temel Demirer, Ragıp Zarakolu, Sait Çetinoğlu, Babür Pınar, Ayhan Çınar, Paşa Öztürk, Engin Bayramoğlu, Oktay Etiman, İsmet Erdoğan, Özgür Başkaya, Yücel Demirer, Kemal Doğan, Attila Taygun, Deniz Zarakolu, Büşra Beste Önder, Hüseyin Taka, Hüseyin Gevher, Mehmet Özer, Recep Maraşlı, Cemil Gündoğan, Ahmet Önal, Adnan Caymaz, Ali İmren,